"İnsanları yoksulluktan mezun etmeye çalışıyoruz"

İstanbul halkının ekonomik anlamda ‘tam bir çöküşe geçtiği’ bir dönemde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Yavuz Saltık ile yapılan çalışmalar hakkında konuştuk. Saltık, salgın döneminde halkın karşılaştığı zorluklara karşı İBB Sosyal Hizmetler Dairesi’nin yaklaşımları ve sunduğu çözümleri anlattı…

07.11.2020

Dünyadaki pek çok ülkeden daha büyük nüfusa sahip İstanbul’da, Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı’nı yürütmektesiniz. ‘Bu yükü’ kısaca tanımlar mısınız?

Hizmet ettiğimiz kesimi bir ‘yük’ değil ama sorumluluk alanı olarak tarif etmek çok daha doğru olacaktır. “Kimlere karşı sorumlusunuz” diye sorarsanız “Başta yoksullar, çocuklar, kadınlar, engelliler ve gençler diyebilirim” sanırım. Ya da başka bir tarifle yoksulluk, engellilik vb. sorunlarla baş etmek zorunda olmayan şanslı bir azınlık dışında tüm İstanbullulara karşı direkt sorumluluğumuz var.

Daire başkanlığımıza bağlı Halkla İlişkiler Müdürlüğü özelinde düşündüğümüzde ise tüm şikâyet, talep ve önerileri dinlemek ve yönetmekle sorumlu bir daire başkanlığıyız. Kuşkusuz ki İBB büyük, köklü ve güçlü bir yapı. Tüm engellemelere rağmen bütçeyi ve insan kaynağını doğru yönettiğimizde, önceliği en çok ihtiyacı olan vatandaşlarımıza verdiğimizde yönetilemeyecek hiçbir süreç olduğuna inanmıyoruz. Diğer kamu kurumları ve tüm ilçe belediyeleri ile arzu ettiğimiz etkin koordinasyonu yakalayabilmiş olsak da kaynakların İstanbulluların ihtiyaçlarını daha etkin karşılayabileceğinin farkındayız. Bunun için elimizden gelen çabayı gösterdik, göstermeye de devam edeceğiz.

Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı, aslında ne iş yapar?

Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı kronikleşmiş ekonomik yoksulluk ve sosyal yoksunluk nedeni ile kendini gerçekleştiremeyen, hayatının sahibi olamayan tüm kesimleri desteklemek, güçlendirmek ve sürdürülebilir bir hayat kurmalarını sağlamak için hizmet ve politikalar üretir. İçine doğduğumuz hayatın getirdiği eşitsizliklere karşı bireyi ve toplumu güçlendirerek dönüştürmeyi hedefler.

Bu nedenle daire başkanlığı olarak açlık sınırı altında olan vatandaşları ekonomik olarak destekliyoruz, şiddet nedeni ile can güvenliği riski olan kadınlara sığınma evi hizmeti veriyoruz, ihmal ve istismara maruz kalan çocuklara güvenli bir hayat kurmak için planlamalar yapıyoruz, engelli olduğu için eğitimden, çalışma hayatından kısacası yaşamdan uzaklaştırılan kişileri ve ailelerini güçlendiriyoruz, eğitim hayatına ekonomik zorluklar nedeniyle devam etmekte zorlanan gençlere eğitim desteği sağlıyoruz, 2020 yılında evinde suyu olmayan, atık toplayıcılığı ile hayatını geçindirmeye çalışan Romanlara başka bir hayat seçeneği sunmaya çalışıyoruz, ‘Yuvamız İstanbul’ olmasa hayatında ilk öğretmenini ilkokulda görecek çocuklara üç yaşından itibaren kreş hizmeti veriyoruz, bir ‘tanıdığı’ olmadığı için hayatında asla iş bulamayacağına inanan işsizlerin ‘tanıdığı’ olmaya çalışıyoruz… Ve tabi İstanbul’un en büyük sorunlarından biri olan göçmenler konusunda göç birimimizde belli bir strateji etrafında yeni çalışmalar geliştiriyoruz.

İstanbul’u sayın Ekrem İmamoğlu kazandıktan sonra yardım anlayışında neler değişti, geçmişe yönelik nasıl eksikler tespit ettiniz?

Her şeyden önce sosyal yardım yerine sosyal destek ifadesini önce dilimize sonra da aklımıza ve gönlümüze yerleştirdik. ‘Yardım’ ifadesi hiyerarşik ilişkilenmeyi çağrıştırıyor ancak biz tüm vatandaşlarımız ile eşit ilişkilenmek istiyoruz. Tabi ki teknik ya da idari bazı alanlarda ‘yardım’ ifadesi kullanılmaya devam ediliyor ancak sahada ‘destek’ ifadesini kullanmaya özen gösteriyoruz.

İBB yönetimine geldiğimizde üzülerek gördük ki sosyal politikanın gereklerinden ve pek çok bilimsel ve teknolojik gelişmelerinden uzak, evrensel ilkeler kadar, temel değerlerimizden de kopuk bir çalışma biçimi hâkimdi. Sosyal hizmet profesyonel bir alan, bu alanda mesleğinin erbabı sosyolog, sosyal hizmet uzmanı, psikolog vb. uzmanların çalışması gerekirken bir elin parmağını geçmeyecek kadar az uzman olduğunu, onların da aktif saha görevinde yer almadığını gördük. Eski çalışma arkadaşlarımızın pek çoğu kendi mesleki eksikliklerini eğitimlerini dışardan tamamlamaya çalışarak gidermeye çalışıyordu. Ancak yine de verilen hizmetin niteliğini arttırmak için doğru personel yapısını oluşturmak hayatiydi. Bu nedenle öncelikle alanında uzman bir personel yapısı oluşturduk.

Önceki dönemde ayni ve nakdi yardımla sınırlı bir hizmet modeli vardı. Sadece ekonomik düzlemde kalan bir modelden hanenin iyilik ve refahını arttırmaya yönelik çok yönlü bir sosyal hizmet modelini hayata geçirmek için uzman personel olmazsa olmaz bir unsurdur. Size şöyle bir örnek vereyim: Halk Süt bizim ilk hayata geçirdiğimiz hizmetlerden birisiydi ve bu hizmet için 60 sosyal çalışmacı istihdam ettik. Kimileri “Süt dağıtmak için uzman personele ne gerek vardı” diyebilir. Halk Süt Projesi temel gıda desteğinin yanı sıra her ay aynı hanenin ziyaret edilerek desteklenmesi için önemli bir araç aynı zamanda. Bu hizmet sürdürülürken çalışma arkadaşlarımız, çocuk istismarından, ağır şiddet vakasına, derin yoksulluğa kadar pek çok duruma müdahale ettiler. Çalışma alanlarında çok ciddi fark yarattılar. Yarattıkları en büyük fark sosyal desteğin bir ‘lütuf’ değil ‘hak’ olarak görerek vatandaşla ilişkilenmek oldu.

Sosyal destek anlayışımıza gelirsek; biz uzun vadeli planlarımızda kent yoksulluğunu azaltmaya yönelik kalıcı projeler geliştiriyoruz. Bunun için de insanları sosyal yardım sisteminden kalıcı çözümler geliştirerek mezun etmeyi hedefliyoruz.

Sistem mezuniyeti dediğimiz yapı içerisinde sosyal destek sistemi içinde yer alan vatandaşlarımızı hakları konusunda bilgilendirerek, sosyal hizmet çalışmaları yürüterek nihayetinde iş ve meslek sahibi yaparak mezun etmeyi ve üretime katkı sağlamalarını planlıyoruz. Ekonomiyi güçlendirmek için evde ve mahallede görülen tüm mağduriyetleri kendi alanında uzman personelimiz aracılığıyla tespit ediyoruz. Engellilik, psikolojik destek, kadın ve çocuklara yönelik hizmetleri bir araya getiren bir sistem kuruyoruz ve bu hizmeti götüreceğimiz kesimle ilgili sağlıklı bir verinin oluşmasını sağlıyoruz. Sosyal ve Ekonomik Destek Programı (SEDEP) açlık sınırı altında aile kalmaması için çalışıyor. Kısacası destek verdiğimiz değil, desteğe ihtiyaç duymayacak vatandaşlarımızı çoğaltmaya çalışıyoruz.

Corona, artan işsizlik, dövizde zirve… Sosyal hizmetlere en ihtiyaç duyulan dönem size denk geldi. İBB’nin en ağır yüklerinden birini taşıyorsunuz. Pandeminin etkisi İBB’yi nasıl vurdu, ne kadar zorluyor?

Pandemi döneminde ekonomide çarkların durma noktasına gelmesi beraberinde birçok sorunu da getirdi. İşini kaybedenler, evine ekmek götüremeyenler, açlık sınırına gelenler arttı. Belediye olarak bu dönemde acil aksiyon alarak Gıda Destek paketlerimizin yanı sıra, Aile Destek Paketi, Anne-Bebek Paketi, Askıda Fatura, Market Çeki, Halk Süt gibi vatandaşlarımıza yardımın direkt ulaştırıldığı çalışmalar yürütüp, onları bir nebze rahatlatmak için aralıksız olarak çalıştık.

Diğer taraftan belediye gelirleri ciddi derecede azalırken sosyal desteğin yanı sıra maske, dezenfektan gibi hijyen giderlerinde de ciddi artış oldu. Hepsinden daha ötesi saha personelinden, yöneticisine tüm ekiplerimiz görevinin başında. Çalışma arkadaşlarımız ciddi risk grubunda. Yöneticilerden sahadaki personelimize hastalığa yakalanan pek çok çalışma arkadaşımız var. Ve tabi telafi edemeyeceğimiz geri getiremeyeceğimiz kayıplarımız…

Ancak her şeye rağmen ihtiyaç sahibi ailelere ulaşmak, eşit haklara ulaşamayan vatandaşlarımıza umut olmak bizim için mutluluk verici. Ekip olarak dayanışma ile tüm zorlukların üstesinden gelebileceğimize inanıyoruz ve bu inancımızı asla kaybetmeyeceğiz.

AKP’li belediyelerle de koordineli çalışma gereken bu görevde hiç çatlak ses çıkmadan başarı sağladınız. AKP’li belediyelerle ilişkiniz nasıl?

Bizim için AKP’li, CHP’li belediyeler yok. Bunu ilk günden itibaren tüm süreçlerde, tüm ilçe belediyeleri ile işbirliği için bir araya gelmeye çalıştık. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki kendi iradeleri ile ya da ortak bir karar ile bu işbirliğine çok gönüllü olmayan bir blok tavır maalesef ki gözlemliyoruz. Bu bizi davetten ve onları sürece dahil etmeye devam etme ısrarımızdan alıkoyacak bir tavır değil, olamaz da. Çünkü böyle bir lüksümüzün olduğuna inanmıyorum. İlçede o belediye başkanına oy veren seçmen büyükşehirde Ekrem İmamoğlu’nu seçti ve birlikte çalışmamızı istedi. Tüm bürokratlar bunu bilmek ve dinlemek zorunda.

Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı’nın en büyük zorluğu nedir? “Her şey tamam da beni en çok bu zorluyor” dediğiniz şey…

Daire başkanı olmanın bir zorluğu yok, gün sonunda başkan Ekrem İmamoğlu’nun güvenerek göre verdiği birisi olarak bu işi en iyi şekilde yapmaya ve yaparken de bu işten keyif alarak yapmaya çalışıyorum. İşe gelirken ayaklarım hiç geriye doğru gitmiyor. Dezavantajlı tek bir kişiye bile destek olmak benim için çok önemli. Çünkü, dayanışma kültürü dışında bir yaşam biçimi bilmeyen birisi olarak yaptığım işle uyumlu bir karakterim olduğunu söyleyebilirim.

“Beni en çok zorlayan şey” demeyelim de en çok üzüldüğüm şeylerden bir tanesi, farklı sosyal medya mecralarından veya cep telefonumu bularak bir şekilde bana ulaşan insanların çaresizliğine üzülüyorum.

Evdeki boş buzdolabının fotoğrafını atan, kırık camların naylonla örtüldüğü fotoğrafı atan, çocuklarının doktor reçetelerini, ödenmemiş elektrik-su faturalarını, evdeki anne babası veya çocuklarının hasta ve perişan hallerinin fotoğraflarını atan anneler ve babalar oluyor. Özellikle de anneler. Neden anneler? Çünkü ben annelerin feryadına dayanamam. Dünyanın hangi ülkesinde ve hangi dilde olursa olsun anne feryadının dili ortaktır ve ben de bu ortak dile kulak kesilirim. Daha önce yoksulluk sınırını baz alarak destek oluyorduk. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durum ve özellikle pandemi sürecinin tetiklediği işsizlik yoksulluk sınırını o kadar genişletti ki artık o yoksulluk sınırında yaşayanlara değil açlık sınırında yaşayan en dezavantajlı kitleye yönelmek zorunda kaldık. Bu gerçeklik de bizi gerçekten üzüyor.

Aynı zamanda bir yazarsınız yeni bir kitap projeniz var mı?

Bundan yaklaşık on beş yıl önce yayımlamış olduğum Siyasal iletişim alanındaki ‘Tanrım beni başkan yarat‘ adlı kitabımın genişletilmiş yeni baskısını yayına hazır hale getirdim. Kitap, siyasete ilgi duyan ya da siyasal iletişimin teorisiyle pratiğini harmanlayan ve pratik siyasetin alt kodlarını öğrenmek isteyenlere ışık tutacak nitelikte bir kitap.

Bu kitap haricinde de bu güzel ülkenin farklı coğrafyalarını gezmiş ve pek çok şehri en az o memleketli olanlar kadar tanıyan birisi olarak 26 şehri anlattığım bir kitabımı daha bitirmek üzereyim. Umarım en kısa zamanda onu da okuyucularla buluşturmuş olurum. Aslında daha çok şey yazmak, üretmek ve sunmak istiyorum ama hem mevcut yaptığım iş hem de ‘İnsan Hakları Hukuku’ alanında yüksek lisans çalışmam buna izin vermiyor. Bu nedenle yazıya ayırdığım zaman azalıyor. Umarım daha fazla yazabilirim çünkü yazarak üretmeyi çok seviyor ve önemsiyorum.

Kadınlar, bağımlılar, çocuklar, işsizler… Nerede dertli biri var, derman için size koşuyor. İstanbul’un kahrını en çok hangisi çekiyor? Kadınlar mı, çocuklar mı, işsiz babalar mı?

Öncelikle hizmet verdiğimiz kesimlerin zorluklarını, eşitsizliklerini, acılarını karşılaştırmamak aralarında bir hiyerarşi kurmamak çalışma prensibimizin esasını oluşturuyor. Bizim üzerimize düşen sorumluluk o haneyi oluşturan her bir bireyin farklı ihtiyaçlarını görmek ve gidermek. Bir evde aynı çatı altındaki tüm bireylerin ayrı ayrı mutluluğu ve huzuru ortak refahı oluşturur. Yoksulluğun sonuçlarını her kesimin aynı şekilde yaşadığını söylersek bu büyük bir hata olur.

Düşünün ki pandemi herkesin sağlığını tehdit ediyor ama mavi yakalı işçiler uzaktan çalışmadıkları için her gün toplu taşıma ile işyerlerine gidip gelmeye ve bu riskle burun buruna yaşamaya mecbur kalıyor. Ya da evde kalan kadınlar ve erkekler bu kapanmanın sonuçlarını aynı yaşamıyor. Kadınların üzerindeki iş yükü arttıkça artıyor, sadece iş yükü değil, kadına yönelik şiddet de aynı şekilde artıyor. Şimdi karşı karşıya kaldığımız salgın nedeni ile eğitim uzaktan sürdürülmeye çalışılıyor, ancak yoksul çocukların hayatındaki dijital eşitsizlik ve teknolojik olanaklara erişememek bu çocuklukları belki de eğitimden kopmaya kadar götürecek bir risk barındırıyor. Bu süreç çocuk işçiliğini, erken yaşta zorla evlendirmeleri tetikleyecek bir sorunlar yumağını barındırıyor. Bu çocukların hem bütünü hem de gelecekleri ellerinden kayıp gidiyor. Bu soruya şu ya da bu diye cevap vermek benim için imkânsız. Biraz önce de söylediğim gibi belki anneler beni biraz daha derinden etkiliyor. Ama temel hedef kitlemiz yoksullardır.

Son olarak ifade etmeliyim ki yerel yönetimlerde hizmet veren bir daire başkanı olarak sadece dezavantajlı insanları destekleyen sosyal politikalar üretmekle sorumlu olmadığımızı, ülkemize kalkınma modeli de sunabilecek, insanımızı refaha ulaştıran daha büyük projelerin idman sahasında olduğumuzu biliyoruz.

Biz kamuda sosyal hizmetler kısmında üzerimize düşen tüm görevleri en kapsayıcı şekilde gerçekleştirip görevimizi yaparken ülkemizdeki toplumsal barışın ve huzurun acilen tahsis edilmesinin gerekliliğinin de farkındayız.

Sosyal hizmetleri de hiç kimseyi arkada bırakmayacak şekilde siyaset üstü, toplumsal barışa odaklanan bir anlayış ile sunmak için elimizden geleni yapacağız.

İzmir depremi bir kere daha gösterdi ki hazırlıksız yakalanmamak gerek. İstanbul olarak nasıl bir hazırlığımız var?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi yeni yönetimi göreve geldikten sonra Aralık 2019’da deprem konusunda konunun uzmanlarının bir araya geldiği bir deprem çalıştayı düzenledi ve bir yol haritası oluşturdu.

Bu kapsamda İstanbul’da bulunan binaların sağlamlığının kontrol edilmesi amacıyla bir çalışma planlandı. Bu taramaya İstanbul’da 900 binin üzerinde yapı olması nedeniyle öncelikle riskli bölgelerden başlandı. Titizlikle yürütülen bu çalışmanın 2023’te tamamlanması hedefleniyor. Diğer yandan riskli alanları tespit etmek amacıyla zemin etüdü yapılıyor. Riskli olduğu tespit edilen alanlarda bölgedeki vatandaşların bilinçlendirilmesi, binaların güçlendirilmesi ve kentsel dönüşüm önceliklerinin bu bölgeye verilmesi gibi çalışmalar yürütülüyor.